Öğretmenden Öğretmenine Mektup Yarışması

Tarafından gönderildi: admin_hesap

“ÖĞRETMENDEN ÖĞRETMENİNE GÖNÜLDEN MEKTUP” YARIŞMASI SONUÇLARI”

ÖĞRETMEN ESER
ERCAN YALÇIN DÖRT MEVSİM
AHMET NAÇ Geçmişten, senin bilmediğin bir gelecekten hatıralarım var öğretmenim…
FULYA TAŞÇEVİREN KAĞIT KESİĞİ

“DÖRT MEVSİM”

DÖRT MEVSİM
Öğretmenim; ne zaman size dair yazacak olsam, terk ettiğim çocukluğum çıkagelir, oturur yüreğimin başucuna. Ellerim küçülür satırlar arasında. Bildiğim her şeyi unuturum. Ne babalığım, ne de yetişkinliğim durabilir karşınızda. O ilk günkü çocuk olur, koşarım
kollarınıza.
Yine anlardan öylesi şu an, o küçük çocuğum karşınızda. Zaman bir başka akar derler ya çocukların dünyasında… Aylardan Eylül, ama mevsimlerden İlkbahar. Ana kucağından ilk defa ayrılmışım. Bana benzer yüzlerce çocuk var okulun dört bir yanında. Sırtımda Ağrı Dağı, güneş alev alev yakıyor o günün sabahında. Herkes „çantadandır‟ diyor ya, çantadan olmadığını anlatamıyorum başkalarına. Şikayet ediyorum durmadan. Simsiyah bir önlük giydirilip elimden alınan çocukluğumun huzursuzluğu ağlatıyor beni. Gülerek, ağlamamla dalga geçiyor diğer çocuklar. “Hiç ağlayana gülünür mü!” diyemiyorum.
Bahçede beliriyorsunuz o ilk günün sabahında. Ağladığımı fark ediyorsunuz uzaktan. Tebessüm ederek geliyorsunuz yanıma. Güneşle aramda dağ gibi dimdik duruyorsunuz. Bir ömür üstümden eksik olmayacak gölgeniz, ilk o anda düşüyor üzerime. Gölgenize sığınıp,
kısık gözlerimi usul usul açıyorum bahara ve hayata.
Günler, günleri kovalıyor. Aylardan Ekim ve sonrası, mevsimlerden Yaz.
İçimdeki bahar yerini haftalar evvel bırakmış Yaz‟a. Kızıl, sarı, turuncu yapraklar, savrulmuş dört bir yana. Kızılca bir bayram sarmış çocukluğumu. İçimde Yaz‟ın sevinci, sırtımdaki çantaya rağmen koşarak vuruyorum kendimi okula açılan o kızılca yokuşa. Okula hep ilk gelen olmak için nefes nefese tırmanıyorum okul merdivenlerini. Annem şaşkın şaşkın bakınıyor arkamdan.
Sizi mevsimin her günü bahçe kapısında bekliyorum telaşla. Sizi sokağın başında ilk ben görüp haber veriyorum arkadaşlarıma. Yanınıza uçarcasına koşuyorum. Kızıyorsunuz her defasında. “Koşma, düşeceksin!” diye uyarıyorsunuz, ben mutlu mutlu gülümsüyorum. Yanınızda, yamacınızda, yolunuzda yürümek bir başka huzur veriyor bana… Yürürken yan yana, belli belirsiz elinize dokunuyorum. Tutmak istiyorum elinizi, ama utanıyor size söyleyemiyorum. Fark ediyorsunuz niyetimi, gülümseyerek kavrıyorsunuz küçücük ellerimi. Elinizin sıcaklığında kayboluyorum. Ellerimden önce yüreğim ısınıyor ya, diyemiyorum.

Aylardan Haziran, mevsim ise Sonbahar.
Aylar süren Yaz‟ın sonuna hazır değil küçücük yüreğim. Yılın son ders günü, son ziller bir bir çalıyor. Öğlen arasına geldiğimizde yiyecek bir şey çıkarmadığımı görüyorsunuz. Yanıma geliyorsunuz usul usul. “Yemeğin nerede?” diye soruyorsunuz. “Bugün getirmedim, zaten aç da değilim öğretmenim.” diye karşılık veriyorum. Huzursuzluğumun fakındasınız aslında. Tebessüm ederek “O zaman, bugün benim misafirimsin.” diyerek öğretmenler odasına götürüyorsunuz beni. Küçük bir ocağın üzerindeki tavada hazırlanan menemeni işaret ederek, “Bugün nasibinde menemen var, menemeni soğanlı mı seversin, soğansız mı?” diye
soruyorsunuz. “Ben aç değilim öğretmenim.” diyorum bir kez daha. “Olmaz öyle şey, bana eşlik edeceksin, yoksa ben de yemem.” diyorsunuz şefkatle. Sessizliğim uzayınca, “Cevap vermedin, soğanlı mı soğansız mı seversin?” diye yineleniyorsunuz. Utana sıkıla, bir pişen menemene, bir de size bakıyorum. Cevabımı beklediğinizi görünce „Siz olduktan sonra fark etmez öğretmenim‟ demek geçiyor ya içimden, cesaret edemiyorum. Cılız bir sesle “Fark etmez öğretmenim.” diyorum. Siz, “İyi o zaman, soğanlı yapalım, ben soğanlı seviyorum.” dediğiniz o günden beri, menemeni ben de siz gibi seviyorum.
Aylardan Temmuz, mevsim ise Kara Kış.
Karneler verileli, sizden ayrı düşeli haftalar olmuş. Gönlümde baharın hasreti ile yaşıyorum günleri. Çocuğum ben, ne bilirim kışı hem de kara‟sından olanını. Kavuşmanın hayaliyle tüketiyorum sonbaharı. „Bir kavuşma, kırk hasreti alnından vururmuş‟ derler ya, kavuşmak için sabrediyorum. Günler günleri kovalarken, karakışın ortasında, o Temmuz akşamında, acı acı çalıyor telefon. “Hayırdır inşallah!” diyor annem. Endişeli bakışlarla babam uzanıyor ahizeye. Karşıdakinin sesi, sessizliğe gömülmüş odamızın her yanında yankılanıyor. Hatırladığım o tek cümle bugün gibi halen aklımda öğretmenim. „Aziz öğretmen
geçinmiş‟ diyor karşıdaki. Anlam veremiyorum söylenene. „Geçinmiş‟ ne demek? Annem kınalı elleriyle kavrayıp beni, sıkı sıkı bastırıyor göğsüne. Sarılırken kulaklarımı kapatıyor ya, nafile. Annemin patlarcasına çarpan yüreğinin sesinden kötü bir şey olduğunu anlıyorum da, anlayamıyorum ne dendiğini. “Aziz öğretmen geçinmiş ne demek anne?” diye soruyorum endişeli gözlerle. Gözleri doluyor annemin, ağlamamak için zor tutuyor kendini. “Öğretmenime ne olmuş anne?” diye ısrarla sormaya devam ediyorum. Anlıyor annem susmayacağımı, cevap alana kadar durmayacağımı. Sonunda dayanamıyor, yazmasının ucunu
dişleri arasında ezerek, yüreğime çökecek karakışı, ağlayarak haber veriyor.

“Öğretmenin cennete gitmiş oğlum…”
Bugün günlerden Biz, mevsim ise Siz‟bahar. Bir öğretmenler gününde daha içim burkularak giriyorum okulumun bahçesine. Öğrencilerim sevinç içinde bana doğru koşarken, ben, nemli gözlerle gülümsüyorum. Çocuklarım belime, ellerime, sevgiyle sarılırken, gözyaşlarımın ıslattığı şu cümle dökülüveriyor titreyen dudaklarımdan.
“Gölgenizi çok özledim öğretmenim…”

 

Ercan YALÇIN
Piri Reis İlkokulu Arnavutköy/İstanbul

 

“Geçmişten, senin bilmediğin bir gelecekten hatıralarım var öğretmenim…”

    Geçmişten, senin bilmediğin bir gelecekten hatıralarım var öğretmenim…

    O yıl güz mevsiminde, yazın bittiğini hatırlatan siyah bulutların arasından güneş kendini arada bir gösterirken, iki yanı fıstık çamlarıyla çevrili yolda, köyümün okuluna doğru bir başıma ilerliyordum. Sanki bulutlar biraz daha yoğunlaşıyor, ağaçların arasında fısıdayan rüzgarlar içimi ürpertiyordu. Beni saran o tuhaf his, hayal gücümle birlikte bana oyunlar oynuyor gibiydi. Okula başlayan her öğrencinin yüreğinde filizlenenler şimdiden bir ağaç gibi sarmıştı bedenimi.

     Geriye dönüp evimin kerpiçten çıplak duvarlarına pişmanlıkla baktım. Oysa tüm öz güvenim ve çocuk yüreğimin sesiyle ‘’Ben tek başıma giderim!’’ demiştim dakikalar önce. Ne de olsa evime oldukça yakın olan, her zaman önünde oyunlar oynadığım köy okuluna gitmem ne kadar zor olabilirdi ki?

     Nasıl göründüğünü biliyordum ama yine de okul bahçesine adım attığımda bir soğukluk hissettim kalbimde. Bahçeyi saran yemyeşil ağaçlara göz gezdirdim. Aralarından çürümüş bir tanesine dikkat kesilirken omuzlarımdaki yük taşımayacağım kadar ağırdı artık. Kuru ağacın beyaz gövdesinde bakışlarım tek bir noktada kilitlendi. Benim kadar yalnızdı o da.

     İşte bu boşluğun içinde bana seslendin. Yanımda gülümseyerek durduğunu seni duyana kadar fark etmemiştim. Yüzüne baktım. Etrafımı saran yalnızlık kaybolduğunda içimi tanıdık bir sıcaklık sardı. Annemin önlüğüme diktiği bez parçasına bakıp ismimi söylemen benim için bir mucizeydi. Adımı nasıl bildiğini uzun bir süre sonra anlayabilsem de senin mucizelerin hiç bitmeyecekti. Şimdi bir yetişkinin aklı ve yüreğiyle gerçek mucizelerin etkisinin ömür boyu devam edebildiğini biliyorum.

    Elimden tutup sınıfa giriş anımızdan mezun olup sana sarıldığım o ana kadar geçen zaman, mutluluğun resmediliği bir tabloydu benim için. Heyecandan titreyen elimle kalemi tutmaya çalışırken o beyaz tabloda bir noktaydım sadece. Geleceğim, o noktanın etrafındaki sonsuz beyaz boşluktu. Her geçen zaman o küçük lekenin etrafındaki boşluk şekillenmeye başladı. Siyah çizgilerle kendi yollarımı özgürce çizdiğim ilk anlarımdan, noktanın etrafını rengarenk yaptığım günlere gelmem uzun sürmedi. Tüm dünyam, her rengi içinde barındıran bir tabloya dönüşüverdi senin ellerinde.

    Ortaokul ve lise yıllarımın benim için çok kolay geçmesini hep ne kadar zeki olduğuma yorsalar da; her başarım, senin attığın tohumun filizlenmesiydi sadece. Şimdi kocaman bir ağaç olarak meyvelerimi verirken köklerimin sıkıca sarıldığı toprağı unutamam.  Çocuk yüreğim, dünyadaki en önemli ve en değerli kişisinin bir öğretmen olduğunu anlamıştı. Seninle geçen yıllarımdan sonra ben başka bir meslek yapamazdım öğretmenim. Bu mesleğin değerini belirleyen o sınıflardaki çocuklardı, öğrencilerimdi. Onların gözünde en değerli olduktan sonra beni hiçbir şey mutsuz edemezdi, etmedi de.

    Üniversiteye gitmeden önce seni ziyarete gelişimi hatırlarsın. İtiraf etmem gerekirse; o gün eğitim fakültesine gitmek yerine senin sınıfında yeniden öğrenci olmayı seve seve kabul ederdim. Geçmişimdeki her detay hafızamda tazelenirken yüreğimden geçenler tam olarak buydu. Elini öpüp seninle vedalaştıktan sonra bana bakıp gülümsemiş, yüzündeki kırışıklıklar biraz daha belirginleşmişti. ‘’Öğrencilerin daha doğmadı.’’ demiştin. Şaşkınlıkla bakakalmıştım. ‘’Eğitim fakültesinde dört yıl boyunca bunu düşün.’’ diyerek öğrencilerine çevirmiştin bakışlarını. Hala senin öğrencindim. Bana düşünmem için bir cümle vermiştin. Bu benim son ödevimdi.

      Haklıydın, öğretmen olmaya karar verdiğim andan itibaren sorumluluğum başlamıştı. Gelecekteki öğrencilerim hala doğmamıştı. Bir gün doğacaklar, büyüyecekler, okula başlayacaklar ve benim öğrencilerim olacaklardı. Öğretmenliğe başlamadan hazır olmalıydım onlar için. Daha doğmamış, tanışmadığım öğrencilerim için… Kader bizi bir araya getirene kadar olabileceğim en iyi öğretmen olmalıydım. Ne kadar doğru bir meslek seçtiğimi sayende bir kez daha anlamıştım. Beni, kendi geleceğime tek bir cümlenle hazırlamıştın. Sınıfından çıktığım anda öğretmenliğimin ilk adımını atmışım, bilmiyordum.

      Ne dersin öğretmenim, bana verdiğin son ödev güzel olmuş mu? Öyle ise bana saçlarından düşen bir yıldız daha verirsin belki.

     O gün seninle son kez vedalaşıp okul bahçesine çıktığımda sınıfımın pencerelerine bir kez daha baktım. Silüetini hala görebiliyordum. Yanındaki pencerede ise ben vardım. Çocukluğum… Unutmanın asla mümkün olmayacağı o günü bir kez daha hatırladım bizi hayal ederken. Soğuk bir kış sabahı o pencereden dışarı bakarken lapa lapa kar yağmaya başlamıştı. Bizim oralara hiç kar yağmaz bilirsin. Sen de neşeyle dolmuştun bizim gibi  ve hepimizi bahçeye çıkarmıştın. Beyaz sayfadaki bir nokta gibi bembeyaz yağan karların arasında  özgürce kollarımı açıp koşmuştum bahçede. Seninle beraber el ele tutuşup dilime bir kar tanesi kondurmayı da başarabilmiştim. Üşüdüğümüzü görünce sınıfa sokmuştun bizi. Birlikte çıtır çıtır yanan sobada ısınmıştık. Yüzümüz, ellerimiz kıpkırmızı olmuştu. İşte o gün, benim en mutlu olduğum gündü.

         O günü her detayı ile hatırlarken yüzümdeki gülümseme biraz daha belirginleşti. Silüetine son kez baktıktan sonra bakışlarımı bahçedeki çürümüş beyaz ağaca çevirdim. Yıllar geçese de hala oradaydı. O ben değildim artık; ama sulamaya devam edeceğim o ağacı. Kim bilir, belki bir gün o da yeşerir bizim gibi.

    Huzur içinde uyu, hep kalbimde yaşayacaksın.

    Öğrencilerimin gözlerinde yeniden doğacaksın.